" Göllgeler düşse de yüreğinin üstüne, Güneşini sakın söndürme, Eğer umut yoksa, Yaşam çok uzak kalır insana, Unutma; Senden bir tane daha yok bu dünyada, Gülümsemeyi asla unutma :)))) "

25 Şubat 2014 Salı

GOLEY ONLİNE FUTBOL OYUNU TAKIM RUHU

Joygame in katkıları ile online oyunlar arasına giren goley ekibi, online  futbol severleri bir araya topluyor.

Takımını kur ve seçtiğin takım ile rakiplerini yen. Goley online 3D futbol ile eğlenceli dakikalar seni bekliyor.

Takımının kendi amblemi ve oyuncularını bul gücünü takım ruhu yani yıldız etkisi ile takımını dahada güçlendir.

Sende takım ruhunu blog sayfanda paylaş hediyeyi kap. Goley 3D online futbol oyununa hemen  katılın eğlenceye adım atın :)

Etkinlik detayı ve tüm ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Şimdiden herkese başarılar  "Texason"  :)

9 Ocak 2014 Perşembe

26 Şubat 1992'de Hocalı'da Neler Olmuştu?

26 Şubat 1992'de Ermeniler tarafından yapılan Hocalı katliamı için adalet istemenin vakti geldi. Dünyanın suskun kaldığı katliam artık dile gelmek istiyor.

Merhum Cem Karaca, Karabağ'ın işgali ile ilgili şöyle seslenmişti yaktığı ağıtla: Karabağ'da talan var/ Ak gerdana saldıran var/ Genirsen durum gedim/ Gözü yolda kalan var...
20 sene önce takvimler 26 Şubat'ı gösterdiğinde Hocalılıların soğuk ve uzun bir geçmiş iliştiriliyordu ruhlarına. O gün Ermenistan ordusu, Sovyetler'den kalan 366. Motorize Piyade Alayı ile sivil Azerileri katletti. Azerbaycan Devleti'nin açıklamasına göre 106'sı kadın 83'ü çocuk olmak üzere toplam 613 Azeri Türk, Ermeniler tarafından Hocalı'da öldürüldü. Fakat 20. yüzyılın sonunda yapılan trajedik katliama şimdiye kadar hep sessiz kalındı. Gözlerin her şeyi gördüğü bu modern çağda, kulaklar maalesef sağır kesildi onlara. Ama bugün, sessizliği bozmanın vakti geldi!

Katliamdan geriye kalan Hocalılılar, doğdukları, âşık oldukları ve ailelerinin öldüğü bu topraklarda yeniden yaşamak; özgürce nefes almak istiyorlar. Azerbaycan'ın sağladığı mülteci kasabalarda değil, vatanlarında bayraklarına bakmayı hayal ediyorlar.
Peki Hocalı soykırımı nasıl ve neden gerçekleşti?
Sorunun cevabı, Karabağ meselesinde gizli. Ermenistan ile Azerbaycan arasında bulunan Dağlık Karabağ'ın en önemli tepelerinden olan Hocalı kasabası, Ermeni ordusu için her zaman ele geçirilmek istenen bir yerdi. Bu bakımdan Hocalı, 1988 yılından 1992'ye kadar devamlı muhasara altındaydı. Aralık 1991'de Azerilerin yaşadığı Kerkicahan kasabasının alınması, Hocalı'nın Ermeniler tarafından abluka altına alınmasının yolunu açtı. Kısa sürede bugün adının hafızalarımıza kazınması gereken kasaba, Ermeniler tarafından abluka altına alındı. Dış dünya ile irtibatı kesildi. Karayolu ulaşıma kapatıldı. Hocalılılar artık, sürekli bombalar altında yaşıyorlar ama kaçamıyorlardı... Üstelik kimseden yardım isteyecek durumları da yoktu. 25 Şubat gecesi beklenen oldu. Silahlanan Ermeniler, sivilleri kıstırdı. Evlerinde onları katletti. Cesetler, vahşi bir şekilde üst üste atılarak yakıldı. İnsanlık sükût etmişti; ama 'Kutsal Haç' uğruna savaş Hocalılıları yok edene kadar devam etti. 1.275 kişi rehin alındı, onlardan da 150'si kayboldu. Kayıp yakınları, bir umutla hâlâ bekliyor sevdiklerini; ama akıbetleri maalesef bilinmiyor. Saldırıdan sonra Hocalı'ya gelenler akıl almaz manzaralarla karşılaştı. Çocukların gözleri oyulmuş, burun ve ağızları bıçaklarla kesilmiş, yaşlıların yüzlerine jiletlerde vurulmuştu. Erkeklerin saçları koparılmış, hamile kadınların karınları açılmıştı....

İnsanın anlatırken çekindiği bu vahşet, Ermeniler tarafından yalanlanmadı; aksine bir övünç kaynağı gibi anlatıldı. Dönemin komutanlarından ve bugün Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, katliamın Ermeni askerler tarafından yapılan bir intikam olduğunu açıklamıştı. Sarkisyan'ın dışında katliamı yapan Ermenilerden bazıları, Hocalı'da yaptıklarını kitaplaştırmıştı. Bunlardan biri Zori Balayan. Ruhumuzun Canlanması kitabında şöyle bir olaydan bahsediyor Balayan: "... Askerlerimiz, arkadaşım Haçatur'la girdiğimiz bir evde 13 yaşındaki bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. ... Çocuğun bağırışları duyulmasın diye Haçatur, annesinin kesilmiş göğsünü çocuğun ağzına verdi. ... Daha sonra bu 13 yaşındaki Türk'e atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Başından, sinesinden ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu 7 dakika içinde kan kaybından öldü. ... Türk çocuğuna yaptığım bu işkenceden kendimi rahatsız hissetmedim. ... Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğrayıp Türklerle aynı kökten olan köpeklere attı."

Şu an Azerbaycan milletvekilliği yapan dönemin Hocalı Valisi Elman Memedov'un anlattıkları da saldırının nasıl bir psikolojide yapıldığının delili: "Kasabada 3 bin insan vardı, 8-9 saat içinde 613'ü yaşlı, kadın, çocuk demeden katledildi. Dağlara kaçanlar da oralarda donarak öldü."

Dünya ise, Hocalı'da bu yaşananlara kayıtsız kaldı. İnsan haklarını çok önemseyen Batı, Karabağ işgaline müdahale etmedi. Hocalı'da bir soykırım yapıldığı pek çok devlet nezdinde bile yeni yeni kabul ediliyor.

7 Ocak 2014 Salı

Panik Atak Nedir?




Gittikçe zorlaşan hayat şartları, yaşanan yoğun stres ve benzeri birçok olumsuzluk ile ortaya çıkabilen “panik atak”, çağın hastalığı haline geliyor.

Panik atak, akut ve ani olarak gelişen yoğun korku ve anksiyete nöbetidir. Bu esnada öleceklerini ya da çıldıracaklarını düşünürler. Kişiler panik havası ile ne yapacaklarını şaşırırlar.
Çağın hastalığı olan ve olumsuz durumlarda yoğun korku nöbetleriyle ortaya çıkan panikatak, deprem gibi ortada görülen hiçbir neden yokken, beklenmeyen bir anda, herhangi bir yerde ortaya çıkabiliyor.Panik atakta da aynı deprem gibi artçı ataklar olur. Büyük atak sonrasında daha küçük artçı ataklar görülebilir. Ancak bunlar ilk gelen büyük atak kadar etkili olmasa da yine de çok korkutucudur. Kişi her küçük atakta büyük atak yaşayacağını düşünerek paniğatak iki durumda da yaşanılan korku ve tepkinin benzer olduğuna dikkat çekiyor. Depremde de sonraki artçı sarsıntıların her birinin, ilk büyük depremi çağrıştırarak korku yaşatması gibi panik atakta kişi korku anında ne yapacağını şaşırarak paniğe kapılabiliyor.
ÖLÜM KORKUSU BASKINDIR
Normalde insan bir kez ölümü yaşar ve hayat biter. Ancak panik atak hastaları için durum böyle değildir. Onlar her atakta ölüm korkusunu hissederler. Bu yüzden hiç de öyle kolay ve basit bir tablo değildir. Panik atak hastaları, birçok hekim farkında olmasa da aslında tedavi açısından en öncelikli hastalardır. Her atakta adeta ölümü yaşarlar. Bunun ne demek olduğunu iyi anlamak lazımdır. Bu yüzden atak esnasında panik halinde en yakın sağlık kurumuna koşarlar. Hatta atak gelir de müdahale yapılamaz korkusu ile hastanelerden çok uzaklaşmamaya çalışırlar. Hayat tarzlarını her an hastaneye ulaşacak şekilde programlarlar. Atak olarak hissettikleri belirtilerin psikolojik olduğunu ve aslında gerçekten o hastalığın olmadığını düşünseler de, kendilerini ikna edemezler. Bu konuda çevrenin telkinleri de çok etkili olmaz. Kişi, her atak olduğunda hissettiği hastalığı, tüm gerçekliği ile vücudunun tüm sistemleri ile belirtileri yaşar.
BEYNİN KÖTÜ BİR ŞAKASIDIR
Beyinden sahte bir alarm söz konusudur. Normalde acil ve ani bir hastalık durumunda vücuttaki sinir ağı vasıtasıyla olaydan hemen haberi olan beyin, vücuttaki organların çalışma düzenini bu hastalığa karşı en iyi savunma pozisyonuna hazırlar. Mesela ciddi bir trafik kazasında beyin şalteri kapatır ve bilinçli olmayı ortadan kaldırır. Böylece, kişiyi kaza anının şiddetli fiziksel ve psikolojik travmasından korumaya alır. Bu yüzden ciddi yaralanmalı kaza geçirenlerin hemen hepsi kaza anını hatırlamazlar. Hatta bazen beyin, abartıya kaçar ve birkaç gün ya da daha fazlasını kayıt hafızasından silebilir. Bunların hepsi, organizmayı korumak için yapılır. Çok sevilen bir yakınını kaybeden insanların bir süreliğine kendilerini kaybedip bayılmaları da aynı koruma esasına dayanır. Beyin şok bir üzüntünün kalıcı hasar oluşturmaması için şalteri kapatmaktadır.
VÜCUT ACİL HASTALIK ALARMI VERİR
Beyin, henüz bilinmeyen bir sebepten dolayı, nöroendokrin sistemi devreye sokarak, vücuda acil hastalık alarmı verir. İşte bu andan itibaren vücudun tüm organları aslında mevcut olmayan bu hastalığa karşı savunmaya geçer. Diyelim ki, beyin kalp krizi alarmı verdi. Bu durumda nabız hızlanır, tansiyonda iniş çıkışlar, daha ziyade yükselme yaşanır, terleme olur, kana geçen fazla miktarda adrenalinden dolayı,  extremitelerin ısı derecesi düşer, el ve kollarda uyuşmalar olur, vücut beyinden gelen alarma karşı üst düzey savunmaya geçer. Böylece kalp krizi geçirdiğini sanan birey, yaşadığı yoğun ölüm korkusu ile kendini en yakın sağlık merkezine zor atar. Ancak hastanedeki tüm tetkikler kalp krizinin olmadığını gösterir. Kişi bununla da yetinmez olası tüm araştırmaları farklı farklı sağlık merkezlerinde tekrar tekrar yaptırır. Hiçbirinde sonuç farklı değildir. Tüm doktorlar kalp yönünden sağlam raporu vermesine rağmen, bilinmeyen bir zamanda yine aynı sendrom yaşanır. Kişi her defasında ya gerçek kalp krizi yaşıyorsam şüphesi ile yine hastanelere koşar. Bu durum böyle yaşanır durur. 
DAHA ÇOK KİMLERDE GÖRÜLÜR?
Panik atak hastaları, genelde zeki, mesleklerinde başarılı, iş güç sahibi kimselerdir. Kişilik olarak hassas, kendilerine ve çevrelerine önem veren, dostluklara değer veren tiplerdir. Dolayısıyla panik atak, kişilik zayıflığından kaynaklanan bir durum değildir. Kişinin kendi iradesi ile üstesinden gelebileceği bir durum da değildir. En çok kardiovasküler sistemle alakalı hastalıklar, panik atak olarak karşımıza çıkar, serebrovasküler hastalıklar, mide kanaması, bulaşıcı hastalıklar gibi tablolarla da ortaya çıkabilir. Kişiler görüntülü ve yazılı medya ile internet haberlerinin çok etkisinde kalırlar. Özellikle genç ölümlerle alakalı haberler çok ilgilerini çeker.
TEDAVİSİ NASIL OLUR?
Panik atak tedavisinde ilaç tedavisi, psikoterapi ve TMS uygulamaları, başlıca tedavi seçenekleridir. Panik atak hastaları, mevcut hastalıklarının ömür boyu süreceğini ve hiç iyileşmeyeceklerini düşünürler. Böyle düşünmeleri, atakların meydana getirdiği çöküntüyü daha da derinleştirir. Halbuki panik atakların mutlaka tedavisi yapılmaktadır. Belki biraz uzun soluklu bir süreç işler ama sonunda kişi ataklardan kurtulur. İlk aşamada amaç, atakların seyrekleştirilmesi ve şiddetinin azaltılmasıdır. İkinci aşama da ise ataklar tamamen yok edilir.
SABIRLI OLMALIYIZ
İlaç tedavisinde antidepresanlar ve anksiyolitikler tercih edilir. Genelde uzun soluklu bir tedavidir. İlaçlar 15 gün sonra tam manasıyla etkilerini göstermeye başlarlar bu yüzden sabırlı olmalıdır. Hastalar iyileştim düşüncesiyle kendi kendilerine ilaçları kesmemeleri gerekmektedir. Aksi taktirde nüksler gelişebilir.
PSİKOLOJİK DESTEK
Ağır vakalarda ilaç tedavisinin yanı sıra psikolojik destek ve psikoterapi de uygulanabilir. Ülkemizde gerçek manada yeterli psikoterapistin olmaması tedavinin daha çok ilaçla yapılmasına neden olmaktadır. Psikoterapi de hasta da panik atağa neden olan etkenlerin telkin yoluyla ortadan kaldırılması esasına dayanır. Hastaya panik atakla baş etme mekanizmaları öğretilir. Atağı yatıştıracak nefes alıp verme teknikleri öğretilir.

6 Ocak 2014 Pazartesi

Sivrisinek İnsanın kanını Neden İçer?

Dünyada yaklaşık üç bin sivrisinek türü olduğu bilinmektedir. Bunların çoğu insana saldırmaz. Zaten aksi olsaydı dünyanın her yerinde bulunabilen bu yaratıklar ormanda, dağda, insan bulunmayan yerlerde yaşamlarını idame ettiremezlerdi. İnsanların kanlarını emerek yaşayan sivrisinek türlerinin yalnız dişileri kan emer. Dişiler de insanların kanlarını kendi yumurtalarını üretebilmek için protein sağlayabilmek amacıyla emerler. Birçok cinste dişi sivrisinekler en azından ilk yumurtalarını kana ihtiyaç duymadan üretebilirler, fakat sonraki yumurtaları için kana ihtiyaçları vardır. Bulabildikleri her canlının kanını emerler, hatta deniz yüzeyine gelen balıklar bile ellerinden kurtulamaz. Erkekler çiçek özleri ile beslenirler. Yumurta üretme gibi bir dertleri olmadığından insanları sokmazlar. Dişi sivrisinekler avlarının yerlerini duyargaları ve üç çift bacaklarındaki alıcılarla bulurlar. Alıcılar ile nem, ter ve ısı özelliklerini saptarlar. Sivrisineğin duyargaları bir santigradın binde biri kadar sıcaklık değişimlerini algılayabilecek kadar hassastır.

Dişi sivrisinekler insanın nefes verirken çıkardığı karbondioksit bulutu içinde, ileri geri hareketler yaparak bu bilgileri değerlendirirler, avın yararlı olacağına karar verirlerse eyleme geçerler. Bazılarının ’sivrisinek bana dokunmaz’ demelerinin esas nedeni ter ve nefes kokularının, sivrisinek için cazip ve özendirici olmamasıdır. Sivrisinek sanıldığı gibi içi delik ve sivri uçlu bir boruyu deriye sokarak kanı emmez. Sivrisinekte ağzın altındaki kesede iki tüp, iki de neşter olarak kullandığı testere ağızlı bıçak vardır. Önce bıçaklarla deride delik açar, sonra tüplerden biri ile tükürüklerini bu deliğin içine akıtır. Bu tükürük insan kanının pıhtılaşmasını önler, böylece ikinci tüpü sokarak, sıvı kanı size fark ettirmeden kolayca emer. Eğer bir dakika içinde hala fark etmediyseniz, deposu kanınızla dolu olarak, kafayı bulmuş şekilde derinizden ayrılır. Sivrisinekleri tahrik eden şey nefesinizdeki karbondioksit oranı ile derinizdeki ısı ve nem oranı olduğundan, özellikle geceleri sivrisinek hücumlarını geçiştirebilmek için, çok sık nefes alışverişi gerektirecek fiziksel hareketler yapmamanız, teninizi serin ve kuru tutmanız gerektiğini unutmayın.

31 Aralık 2013 Salı

Ateşimiz çıktığında vücudumuz sıcak olduğu halde neden üşürüz?

Beynimizde hipotalamus adı verilen bir bölge bulunur. Vücut sıcaklığımızın kontrolünden bu bölge sorumludur. Hipotalamus vücut sıcaklığımızda herhangi bir değişiklik olduğunda bunu fark eder ve sıcaklığımızı “normal” değerler arasında tutmak üzere gerekli uyarıları vücudumuzun ilgili bölümlerine iletir. Örneğin, vücut sıcaklığımız arttığında terlememizi ve derimize yakın bölgelerdeki kan damarlarımızın genişlemesini sağlayacak uyarılar iletir. Vücut sıcaklığımız düştüğünde de titrememizi ve kan damarlarımızın daralmasını sağlayacak uyarılar gönderir. Bu şekilde vücut sıcaklığımızı normal değerler arasında tutar. Ancak hasta olduğumuzda durum biraz farklıdır. Vücudumuzda bakteri ya da virüslerden kaynaklanan bir enfeksiyon oluştuğunda bağışıklık sistemimiz harekete geçer. Bazı bağışıklık sistemi hücrelerimizden “endojen pirojen” adı verilen moleküller, salgılanır. Endojen pirojenler dolaşım yoluyla hipotalamusa ulaşır. Bunlar hipotalamusa vücut sıcaklığımızın “normal” değerlerini yükseltmesine ilişkin uyarılar iletir. Bu uyarılar sonucunda hipotalamus normal değerleri yükseltir ve vücudumuza sıcaklığın normal değerlerden düşük olduğuna ilişkin uyarılar gönderir. Oysa vücut sıcaklığımız normal değerlerdedir. Yine de hasta  iken gelen uyarılar karşısında üşümeye başlar hatta titreriz. Sonuç olarak vücut sıcaklığımız yükselir yani ateşimiz çıkar. İşte ateşliyken vücudumuz sıcak olduğu halde üşümemizin nedeni budur.
Hasta olup ateşimiz çıktığında vücudumuz sıcak olduğu halde neden üşürüz? Beynimizde hipotalamus adı verilen bir bölge bulunur. Vücut sıcaklığımızın kontrolünden bu bölge sorumludur.